top of page

Panik Butonuna kim bastı...


Yeni yılımız başlayalı 1 hafta doldu. Bu yazımı çok öncelerden sayfama taslak olarak kaydetmiştim. Bu hafta hangi konuyu yayınlasam diye düşünürken ne çabuk bir hafta geçmiş dedim ve içinden panik butonu konulu yazım : "bana sıra bende" diye göz kırpmaya başladı. Aile içinde TV seyretmeye en düşkün olarak gösterilirim. Günde toplamda en fazla 3 saat seyreden biri olarak çok seçiciyim. Seçerken en çok dikkat ettiğim şey : ABSÜRT KOMEDİ olmasıdır. Çünkü eğlenmek istiyorum ve Bu ülkenin en üretken olduğu konudur. Avam takımından olan benin en sevdiği program olan SURVİVOR ( sörvayvır diye okunur.) programını çok eleştiren ve CEM YILMAZ Filmlerine hayranlıkla bakan lordlar kamarasındaki arkadaşlara bir sorum var. Aralarında ne fark var Allah aşkına? İkisi de eğlenceli, ikisi de saçmalıklarla dolu, hatta sizin eleştrilerinizle cevap vermek gerekirse ikisi de kurgu... Hee evet sizce sörvayvır vakit kaybı... Pekiii.... o filmler neden vakit kaybı değil... Bence aralarında hiç fark yok. İkisi de eğlenceli, ikisi de eğlenmenin farklı yolu... Bu nedenle eğer eğleniyorsan ikisi de vakit kaybı değildir.

Hayatımızda eğlenmenin, gülmenin ve güzel vakit geçirmenin çok çeşitli yolları var. Ama nedense eğlenirken yapmadığımız bir durum var... Acele etmek... Hiç eğlenirken acele ettiğimizi gördünüz mü? Hissettiniz mi? "Hocam acil eğlenelim yapacak çok işim var" diyeniniz oldu mu? Olmamıştır. Olsa da o sıra eğlenmiyordur. Bu nedenle toplumumuzdaki panik havasına ve satış sarmalına kapılan dostlara kadar uzanacağız. Bu satış sarmalı hastalığı toplumdaki panik havası neden olur. Bu bulaşıcı bir hastalıktır. Daha önceki ihtiyaçların belirlenmesi ve tüketici alışkanlıklarıyla ilgili yazımdaki konuyu tekrarlamamak için detaya girmiyorum. Toplumsal baskının yarattığı gereksiz tüketim alışkanlığı sonrasında gereğinden fazla kazanma ihtiyacı sayesinde kimsenin vakti kalmaz. Çünkü çok fazla ve çok acil para kazanmaları lazım. Bir çoğu neden kazanmaları gerektiğini bilmez. Çalışırlar ama neden çalıştığını bilmez. Bu bilinmezlikle beraber bir koşuşturma içinde yaşarlar. Dikkat edin… Akşam işten çıkarlar koşarak araçlarına binerler, trafik sıkışıktır. Ortalama 10 km hızla giderler.. Ufak araları bulup öne geçmeye çalışmaları yok mu? Vallahi ölçtüm. Bütün kaçamak araları değerlendirsen, 10 dk kazanacaklar. Kardeşim sana söylüyorum. O trafikte yan yolları gereksiz erken gidecem diye kullanıyorsun ya!!!! Yeminle 10 dk kazanıyorsun ama yarattığın stress seni daha çok yoruyor. Hem de başkalarını yoruyorsun. Yazık etme kendine bekle sıranı sakince...

Bırak trafik hızına ayak uydur. O sırada aracındaki müziği aç eğlenmene bak. İşten çıktın yorgun olabilirsin. İşe gidiyor çalışacak olabilirsin. Evden çıkmış arkadaşlarınla buluşacak olabilirsin. Acele etmene ne gerek var. Bırak yarım saat geç git. Gittiğinde stress yüklü olmana ne gerek var. Giderken başkalarının önüne geçerek onların hakkını yemeğe ne gerek var. Onları da strese sokup başkalarına zarar vermeye ne gerek var. Neden bu acele zaten varacaksın. Madem varacaksın bari eğlenerek vaktini geçirmeye bak. Panik butonuna basıp da hayatını zehir etme...

Daha önceki yazılarımda hayatımızın tek bir hayattan ibaret olduğundan bahsetmiştim. İş hayatı, özel hayatı, aile hayatı, spor hayatı vb. hayatlar diye birşey yoktur. İnsan hayatı tektir. Bu nedenle insan hayatının hiçbir yerinde panik butonuna basılmış gibi davranmamalıdır. Ticaret yapanlar da aynı paniğin içerisindeler. İnsanların tek amacı var. Yaşadığı müddetçe mutlu olmak. Para da bu mutluluk nedenlerinden sadece biridir. Diğer değişkenlerin ne kadar tatmin olduğu ile alakalı paranın da gereklilik miktarı değişir. Temel sorun : Amacının mutlu olmak olduğunu bilmemekten gelir. İnsanlar bazen amacının para kazanmak olduğunu düşündüğü için de bu panik butonuna basılmışcasına hareket ederler. Anlamsız bir şekilde daha çok üretmeye daha çok satmaya odaklanmış bir şekilde müşteri müşteri gezmeye devam ederler. Çünkü hedef satıştır. Çok satacaklar çok kazanacaklar. Sürat öldürür kardeşim ne bu acele zaten öleceksin. Zamanı yavaşlat. Sindir hayatı.

Bu konu ile ilgili çok güzel bir hikaye var. Keyifle okuyup hayatınızın amacına odaklanmanız dileğiyle... Mutlu Haftalar...

Bir zamanlar küçük bir sahil kasabasında otuzlu yaşlarda mutlu bir balıkçı yaşarmış. Her sabah kayığına atlar, öğlen güneşi tepeye çıkana kadar balık avlar, limana getirir, topladığı balıkları orada yapılan mezatta satarmış. Kazandığıyla da ailesini geçindirir, birlikte mutlu neşeli yaşayıp gidermiş balıkçı.

Derken günlerden bir gün tam da mezat sırasında, iyi giyimli yaşlı bir bey balıkçının yanına gelmiş ve balıkların hepsini toptan almak istediğini, misafirlerinin İstanbul’dan geleceğini, onlara ikram edeceğini söylemiş. “Ne kadar istersin hepsine?” demiş. Balıkçı her gün mezatta satabileceği fiyatı söylemiş.

Yaşlı ve iyi giyimli adam,

“Ben İstanbul’da bunun bir porsiyonuna bu parayı veriyorum! Sudan ucuz vallahi” demiş.''

“Burada balık çok. O yüzden burada balık bu fiyata. İstanbulu bilemem” demiş balıkçı.

“Sana bir yirmi kağıt versem, bunları eve kadar getirir misin? Gelirken arabayı getirmedim de!” “Olur” demiş balıkçı ve balık kasasını aldığı gibi ihtiyar adamla yürümeye başlamış. İhtiyar adam büyük bir şirketler topluluğunun sahibiymiş. Şimdi şirketlerini oğluna bırakmış ve kendisini dünyayı dolaşmaya vermiş. Burası dünya turundan sonra yerleşmek istediği ve emekliliğinin keyfini sürmeyi istediği kasabaymış. Yakın zamanda kendine bir motor almayı ve sık sık balığa çıkmayı istiyormuş.

“Demek balık çok burada. Günde kaç saat çalışıyorsun? ”

“Sabah çıkıyorum, öğlene kadar çalışıyorum”

“Öğlene kadar mı?”

“Evet” demiş balıkçı.

“Peki öğleden sonra ne yapıyorsun?” demiş ihtiyar adam.

“Öğleden sonra da, dinleniyorum, ailem ve arkadaşlarımla zaman geçiriyorum.”

“Tembelik ediyorsun yani” demiş bıyık altından gülerek yaşlı adam.

“Tembellik mi? Yoo''..

O sırada, iş adamın evine ulaşmışlar. Balıkları derin dondurucuya koyup bahçeye çıkmışlar. Yaşlı adam parayı balıkçıya vermiş. Sonra bu iyi kalpli balıkçıya bir iyilik yapmaya hatta belki de balıkçıyı zengin bir adam yapmaya karar vermiş. Eh ne de olsa bu güne kadar yüzlerce adama yüzlerce kere tavsiyelerde bulunmuş, yüzlerce konferansta gözlerinin içine bakan genç öğrencilere ve genç girişimcilere fikirlerini anlatmıştı. Bu balıkçı da artık bunu hak etmiş olmalıydı. Belki de bir gün zengin bir balıkçı olarak karşısına gelecekti ve siz bayım, hayatımı değiştirdiniz diyecekti. Yaşlı iş adamı ise, mağrur bakışlarla, kaderini değiştirdiği yüzlerce zengin kişiye baktığı gibi bakacak, “Ben bir şey yapmadım, sadece kendi potansiyelinin farkına varmanı sağladım diyecekti.

“Haydi şurada oturalım. Sana anlatmak istediğim bazı şeyler var. Daha çok gençsin ve önünde uzun bir ömür var”

Balıkçı, ihtiyar adamın ses tonundaki yardımseverlikten ve meraktan kamelyaya oturup adamı dinlemeye başlamış.

“Günde kaç kilo balık tutuyorsun” demiş yaşlı adam.

“On veya onbeş kilo” demiş balıkçı.

“Demek tam gün çalışsan otuz kırk kilo balık tutacaksın. Vay canına, burada balık gerçekten çok. Bu ciddi bir rakam.”

“Nasıl yani! Anlamadım” demiş balıkçı.